Ontario’nun Kurtlari

0 Posted by - 21 Temmuz 2013 - Ana Sayfa, Gez - Gör - Ye

Bu sene iş sebebi ile İstanbul’da 4 şehir (Ankara-Bursa-İzmir-Antalya) ve yurtdışında da iki ülke (Amerika-Kanada) görme şansım oldu. Vesile olan ve emeği geçen herkese teşekkürü bir borç bilirim.

İş bu yazı Kanada seyahati ile ilgili bilgiler ve fotoğraflar içermektedir.

Öncelikle Kanada’ya gelebilmek için Kanada vizenizin olması gerektiğini hatırlatmama gerek yok sanırım. Kanada vizesini almak için orta uzunlukta bir formu online olarak doldurmak ve ilgili evraklar ile birlikte Ankara Kanada Başkonsolosluğuna yollamanız gerekiyor. Telefonla aradığınız da asla operatöre düşemediğiniz bu Konsoloslukta size seyahat tarihinizden 6 hafta önce vize almaya başvurmanız söyleniyor.

Benim vize başvurularım hep tarihi olaylara vesile oluyor. Amerika vizesinde yaptığım görüşme ve normalinin iki katı süre beklemiş olmamın ardından, Kanada’da tarih yazacağıma adım gibi emindim. Ve bana güvenenleri pişman etmedim. Benim vizeye başvurduğum süre içerisinde Dünya üzerindeki tüm Kanada konsoloslukları iş yavaşlatma kararı aldı. Ve beklenen Kanada vizesi bana tam 1 ayda geldi.

Vizenin gelmesinin ardından yapılan seyahat planı ile 17 Temmuz 2013 tarihli Türk Hava Yolları TK0017 sayılı uçağı ile Toronto’ya gidişimiz kesinleşti. Lütfen kemerleriniz bağlayınız ve koltuğunuzu dik duruma getiriniz. Kanada yolculuğumuz başlıyor…

Toronto’ya THY yanlış hatırlamıyorsam Salı hariç her gün 13:40 itibari ile uçuyor. Tabi bu sezona göre farklılık gösterecektir. Seyahatimizin vizeye bağlı olarak gecikmesi ve Kanada’da yapılacak işin bu sürede gecikmesi sebebi ile 17 Temmuz uçağına binmemiz gerekiyordu. Ekonomi tarafındaki biletlerin tükenmiş olması sebebi ile Comfort bölümünde yolculuk yapacaktık ve bu benim ilk Comfort seyahatim olacaktı. THY websitesine girdiğinizde Comfort ile ilgili fotoğraflar, videolar gırla. Dersin ki Burnei Sultanı oldum, özel jetim ile yolculuk yapıyorum. Ama gerçek bu değil…

Yolculuğumuz 40 dakika rötar ile başladı. Comfort kısmındaki 115 cm lik oturma alanı 10 saati biraz aşan yolculuğunuzun rahat geçmesini bir hayli kolaylaştırıyor. Yemeklerin porselen tabakta verilmesi aslında hiçbir şeyi değiştirmese de insanı mutlu ediyor. Fakat uçağın içerisinin leş gibi olması bir hayli rahatsız ediciydi. Masanın yapış yapış oluşu, televizyonun çıktığı koltuk boşluğunda hayat bulan organizmalar, güvenlik formunun arkasına yapmış ne olduğu belirsiz meyve, o çok methedilen THY imajına pek yakışmadı doğrusu. Yolculuk esnasında içeceklerin yanına verilen standart fındığın ise, uçakta fındığa alerjisi olan olduğu için uçağa yüklenmemesi ve servis yapılmayacak olması ise beni en çok şaşırtan olay oldu. Her hava yolunda bu prosedür var mı bilemiyorum.

20130721-114238.jpg

115cm koltuk mesafesi

20130721-114316.jpg

Ana Yemek

20130721-114340.jpg

Comfort

20130721-114354.jpg

Ikinci Servis

 

Uçak havalandıktan bir süre sonra size Kanada girişinde vermek üzere doldurmak zorunda olduğunuz formlar dağıtılıyor. Buna yakın bir uygulama Amerika uçuşlarında da veriliyor. Tek fark Amerika uçuşlarında iki adet uzun sayılabilecek form verilirken, Kanada uçuşunda fazla uzun olmayan bir form verilyor.

Aklınızda bulunması gereken bir diğer ayrıntı ise Kanada’ya giriş yaparken yanınızda 1 karton sigara ve 1 litre alkol olabileceği. Fazlası için nasıl bir uygulama yapılıyor bilmiyorum. Biz Amerika uçuşlarındaki gibi neredeyse limitsiz (9 karton sigara) hakkımız var diye üçer karton sigara aldık. Uçaktaki formu görünce Dünya başıma yıkıldı. Parasını cart diye ödediğim sigaralarımı girişte kaptırmamalıydım, kaptıramazdım. Ben bir Türk vatandaşı olarak bu sorunu hemen çözmeliydim. Acele bir şekilde hostu çağırdım ve burada yazılanların doğruluğunu sorguladım. Çantaya bakarlarsa sigaralar uçar mesajını aldığımda, karton içindeki sigaraları bavul, şort ve çeşitli yerlere dağıttım. Girişte de çantaya bakılmamısını umut ederek yolculuğa devam ettim.

Uçağa binmek üzere beklediğimiz alanda yolculuk esnasında kablosuz internet kullanabileceğimizi bildiren tanıtım ekranlarını gördüğümde sevinmiştim. Ama o da bir kurmaca çıktı. Her uçakta yokmuş, bazı uçaklarda varmış, mış, muş… Globally yours…

Benle beraber yolculuk yapan iş arkadaşım ülke sınırını geçmemiz ile Ramazan huşuusundan çıkıp, kendini buz gibi biraların köpüklerine bıraktı. Ben hem sağlık sebebi ile hem de Ramazan oluşundan dolayı elma suyunu tercih edip, filmleri kurcalamaya başladım. Matrix’i uzun zamandır izlemediğimi düşünüp kırmızı hapı Morpheus’un avuçlarından alıp elma suyum ile içtim.

Matrix’i daha önce yüzlerce kez izledim. Hiç abartmıyorum… Yüzlerce kez. Ama THY uçuşunda yayınlanan Matrix’i Director’s Cut değil de, sanki Badem’s Cut idi. Neo’nun sorgu odasında Ajan Smith’e çaktığı orta parmak, Neo’nun Matrix’in komple bir kurmaca olduğunu öğrendikten sonra kendine geldiğinde kustuğu sahne ve Trinity’nin bir ajanın alnının çatısına çaktığı bıçak sahnesi filmde yoktu. Böyle sanatın içine tükürürüm diyerek filme bir son verdim.

10 saati aşkın uçuşlarda bir süre sonra perdeler kapanıyor ve uyumanıza imkan veriliyor. Ben de bu fırsattan yararlanıp biraz olsun uyumak istedim. Fakat hemen ön koltuğumdaki afacan kız çocuğu her 15 dakikada bir perdeyi açıp gözümün içine güneşi sapladıkça uyumam mümkün olmadı. Ekonomi tarafında da sanırım bir çocuğu bir ara gök Tanrılarına kurban ettiler. Bir insan evladını ufak parçalara bölmediğin sürece bu kadar ağlayamaz. Bir de sağ çaprazımda oturan amcanın her 15 dakikada bir ayağa kalkması, lavaboya gitmesi derken uyumak bir hayalin ötesine geçemedi.

Toronto’ya indiğimizde pasaport kontrolü tam bir mahşer yeri idi. Ben çantamdaki sigaraları kaptırmayayım derdine düşmüşken. Diğer valizlerdeki 3 adet Cisco Video Konferans cihazlarını unutmuştum. Derken zaman su gibi akıp geçti ve kendimi pasaport polisinin karşısında buldum. Bu adamlardaki hava yeminle başbakanlarda yok. Adam doldurduğum evrağı alıp başladı sorularına. Niye geldin, burada ne yapacaksın, burdan başka bir yere geçecek misin vs. Bu arada uçakta dağıtılan formdaki adres yerine Toronto’da kalacağımız adresin yazılması gerektiğini Toronto direktörümüz üstüne basarak bildirdiğinden, “Home Address” yazan yere bodoslama Toronto adresini yazdım. Malum yanlış olmuş… Adam verdiğim formu yazdı, çizdi, karaladı ve bizi bir sonraki kontrol noktasına yolladı. Suriyeli, Hintli, Arap ve bir miktar uzak doğulu ile doğduğumuz toprakların yanlış yerler olduğunu düşünerek başladık beklemeye.

Benim aklım hala çantadaki sigaralarda. Nasıl olmasın? Bu kontrol kısmındaki polis biraz daha insan evladı çıktı. Bana klasik soruları sorduktan sonra davet yazımı istedi. Yok dedim. Amerika’ya geçecekmissin biletine bakayım dedi, o da yok dedim. Sonra tamam dedi ve 6 aylık kalabilmeme izin veren damgayı pasaportuma vurdu. İşlerin karışmasından sebep ne sigarayı sordu, ne valizlerdeki cihazları. Yurtdışına çıkacaklara naçizane ufak bir öneri; endişeye kapılmayın, kendinizden emin olun ama asla sınırınızı aşmayın. Yoksa sizi fena azarlıyor veya paketliyorlar. Ama adamların karşısında da ezilip büzülmeyin.

Havalimanından çıkar çıkmaz Türklerin Toronto’ya geldiğini belli etmek adına hemen sigaralarımıza sarıldık. Ardından da bir taksi ile kalacağımız yere doğru yol aldık. Valizlerimizin fazla olmasından sebep bize mini van tadında bir taksi geldi. Mini van olunca 12 Dolar fazla alıyorlarmış. Bizi yemediğini kanıtlamak için birşeyler gösterdi taksici.

Toronto Kuzey Amerika’nın en büyük 5. şehri. Kanada diye düşünüp soğuk olur demeyin. Temmuz ayında buraya geliyorsanız inanılmaz sıcak bir hava ve yüksek miktarda nem sizi bekliyor olacak. Nefes almak bile zor oluyor.

Kalacağımız yere yerleştikten sonra yorgunluğumuzu atmak adına direk yattık. Ertesi gün çalışma yapacağımız Toronto Ofisinde ufak bir keşif çalışmasının ardından, Dünya’nın en uzun sokağı olarak adını Guinness’e adını yazmış Yonge Street’i dolaşmaya başladık. 1,896 km cadde mi olur arkadaş? Bizim ülkenin bir ucundan diğeri kadar uzunlukta bir cadde…

Bu arada burada daha önce bahsettiğim gibi yaptığım işi, çalıştığım kurum bilgilerini paylaşmıyorum. O sebeple hani bu herifte hiç çalışmamış, paso gezmiş olgusuna kapılmamanızı tavsiye ederim. He yok arkadaş ben kapıldım, bu fikrimden de dönmem diyenler varsa da kendilerini Fikrimin İnce Gülü olarak kabul ediyorum…

İlerleyen günlerde işlerimizi bir hayli hafiflettikten sonra meşhur Ontario gölünü görmek üzere yine Yonge Street üzerinden başladık yürümeye. Bu arada Ontario gölü dediğime bakmayın, göle değil deniz mübarek. 311 km uzunluk, 85 km genişlik. Göle bizim bulunduğumz noktadan yürüyerek varmak yaklaşık 1 buçuk saat sürüyor. Göle yaklaştıkça etraf hareketlenmeye başlıyor. Mağazalar, publar, kafeler, gökdelenler ile etrafınız sarılıyor. Sahile yakın bir noktada meşhur CN Towers bulunuyor.553 metre uzunluğundaki kule 1972 yılında yapılmış. Beylikdüzünde bulunan kıçı kırık kulenin ise yıllardır memur duruşu sergilemesi ise ayrı bir yazı konusu olabilir.

Göle varmadan Yonge-Dundas Square, filmlerden tanık olduğumuz Times meydanını anımsatıyor.

20130721-124234.jpg

Yonge Street

20130721-124244.jpg

Yonge Street

20130721-124253.jpg

Yonge-Dundas Square

20130721-124259.jpg

CN Tower

20130721-124306.jpg

CN Tower

20130721-124348.jpg

Yonge-Dundas Square

 

Sahilden kalkan feribotlar ile Ontario Adalarına gitmek ve göle girebilmek mümkün. Göl kenarında hava yukarılara göre daha serin ve bir hayli rüzgarlı. Biraz sahilde dolandıktan sonra eve doğru tekrar yürümeye başladık. Amerika ve Kuzey Amerika’da yaşadığım acı tecrübelerin nezninde şunu söyleme ihtiyacı hissediyorum. Buraları dolanırken yanınıza mutlaka bir sırt çantası alın. İçinde mevsim farketmeden bir şemsiye ve yağmurluk koyun. Mutlaka su mataranız olsun, seyyarlarda su ateş pahası. Ve mümkünse elektronik eşyalarınızın su geçirmez kılıfları olsun. Bunu söylüyorum çünkü dönüş yolunda öyle bir sağanağa yakalandık ki evlere şenlik. Islanmadık yerim kalmadı. Çantamda bulunan Ipad’in kuru kalması için kırk takla attım. Spor ayakkabılarımın kuruması ise tam 2 gün aldı. Ona göre, benden uyarması…

Cumartesi günü içinse Isx isimli öğrenci turları düzenleyen firmadan kişi başı 49 Kanada doları karşılığında günü birlik Niagara Şelaleleri turu satın aldık. Toronto’ya kadar gelip Niagara’yı görmemek yıllardır izlediğimiz belgesellere ayıp olurdu. Evet, ben hep belgesel izler, caz dinler, şömine önünden Konyak içerim…

Cumartesi sabah 10 itibari ile firma sizi Museum Subway durağından alıyor. Zaten o noktaya geldiğinizde bekleyen öğrencilerden doğru yerde olduğunuzu anlıyorsunuz. Yolculuk yaptığımız otobüs, onların deyimi ile Coach gerçekten rahat. İçerisinde priz, lavabo gibi imkanlar bulunmakta.

Yolculuk 10 itibari ile başlıyor. 12 de Niagara on the Lake adlı kasabada mola veriyor. Burada fotoğraf çekinip, öğle yemeğinizi atıştırıp, hediyelik eşya alabilirsiniz. Lakin kasaba bence yalnız adam yeri değil. Herhangi bir fast-food yok, satılan hediyelik eşyalar pahalı denecek seviyelerde. Burası daha çok sevgiliniz veya eşiniz ile bir gece konaklayacağınız, güzel restaurantlarda yemek yiyebileceğiniz, Niagara’ya özgü üzümlerden yapılmış şarapları içebileceğiniz hatta iliginiz varsa üzüm bağlarına yapılan turlara katılıp şarap tadımları ile günü geçirebileceğiniz bir yer. Bunun dışında bir dalgası yok. Hele bizim gibi iki “sap” iseniz sadece dolanıp geçeceğiniz bir yer.

20130721-133153.jpg

Niagara on the Lake

20130721-133159.jpg

Sirayi kes

 

1 saatlik molanın ardından tekrar yola koyulduk. Bir sonraki durağımız ise Whirlpool Gorge adı verilen nokta oldu. Burada artık Niagara olayı tam anlamıyla başlıyor. Şelalenin aktığı nehrin en durgun noktası buradaki koyumsu yer. Hatta tur rehberinin söylediğine göre her sabah helikopter ile burada geceden intihar eden var mı diye bu noktaya bakılıyormuş. Şelaleden atlayan insanların son durağı burasıymış. Burada Koy’un iki ucunda kurulmuş bir teleferik ile nehir üzerinden karşıya geçmek ve geri dönmek mümkün. Kuyrukta pek fena değildi hani…

20130721-133850.jpg

Whirlpool Gorge

20130721-133855.jpg

Whirlpool Gorge

20130721-133900.jpg

Cesetlerin vurdugu kiyi

20130721-133906.jpg

Her yerde kuyruk var

 

Tekrar yola çıktığımızda tur rehberimiz Marco, Made of the Mist biletleri için kişi başı 18 Kanada Doları topladı. Tur opsiyonel, katılmak zorunda değilsiniz. Ama eğer buralara gelme şansınız olursa kesinlikle gidin. Made of the Mist adı verilen tekneler, hem Amerika tarafından hem Kanada tarafından kalkıyor ve sizi şelaleye yaklaşabileceğiniz en yakın noktaya kadar götürüyor. Opsiyonel turların içinde Skylon Tower adı verilen kuleye çıkıp yukarıdan şelalere bakmak mümkün. Fakat Marco’nun dedği aynen şuydu ” Oraya vereceğiniz 10 dolara yazık, hiçbir olayı yok.” Biz de adamı dinledik tabi…

Made of the Mist için bilet gişesinden sonra bi hayli uzun ve çileli bir yolculuk sizi bekliyor. Önce asansörlere kadar yürüyorsunuz. Buradan asansörler ile aşağıya inip, size verilecek yağmurlukları alıyorsunuz. Yağmurlukları alır almaz üzerinize sakın giymeyin. Sıcak havanın da etkisi ile sera etkisi yapıyor ve haşlanıyorsunuz. Zaten basbas giymeyin diye bağırıyorlar. Burdan sonra tek yapmanız gereken beklemek. Biz 3. tekneye binebildik ve yaklaşık yarım saat bekledik. Tekneye bindikten sonra sizi ilk Amerika tarafından dökülen şelalenin önüne götürüyor. Burada inceden ıslanmaya başlıyorsunuz. Made of the Mist için de su geçirmez makineler veya kılıflar gerekli. Bende bir tane vardı ama gelmeden bir arkadaşa verdiğim için kullanamadım. Kendisini Niagaranın ortasından sevgi sözcükleri ile andım. Daha sonra sizi atnalı dedikleri şelaleye götürüyorlar. İşte burası tam bir karambol. Teknenin akıntıya karşı verdiği mücadele, sağanak şeklinde üstünüze boşalan su damlacıkları ve muazzam bir manzara. Kişisel fikrim bir insanın ölmeden cennete en çok yaklaşabileceği noktalardan biri burası. Bu tura katılacaksanız ayağınızda ya su geçirmez botlardan olması ya da terlik olmasıdır. Ben espadril giydiğim için biraz ıslandım ama hava o kadar sıcak ki, dışarıda dolandığınız 1 saatte kuruyor. Ama sakın spor ayakkabı veya pahalı babet gibi şeyler giymeyin. Yazık olur…

20130721-135746.jpg

Made of the Mist Gise

20130721-135752.jpg

Maid of the Mist

20130721-135759.jpg

Amerika tarafi

20130721-135805.jpg

Kuyruk bir Kanada gelenegi

20130721-135810.jpg

Sirin Baba

20130721-135815.jpg

Kanada ve Amerika arasindaki kopru

20130721-135821.jpg

Amerika tarafi

20130721-135826.jpg

Amerika Tarafi

20130721-135835.jpg

Amerika Tarafi

20130721-135841.jpg

Casino

20130721-135848.jpg

Amerika Tarafi

20130721-140838.jpg

Islak sirin baba

20130721-153053.jpg

Maid of the Miste uzaktan bakis

20130721-153230.jpg

Amerika tarafi

20130721-153327.jpg

Maid of the Mist

20130721-153338.jpg

Maid of the Mist

 

Made of the Mist’ten sonra Niagara sokaklarını dolanmaya başladık. Burada bir çok müze, korku tüneli, oyun salonları, hediyelik mağazalar ve bunun gibi yüzlerce yer bulmak söz konusu. Yokuşu çıkarken Secret Garden adlı bir park vardı ama biz uğramadık. Marco’nun söylediği fotoğraf çekinmek için bir hayli güzelmiş. Oranın arkasında Planet Hollywood ve Casino’lar mevcut. Niagara tarafı Amerika tarafına göre daha para harcanabilir bir yermiş. Amerika tarafı daha park tadındaymış.

Yemek için yine, yeni, yeninden Hooters’ı tercih ettik. Hamburgeleri güzel olduğu için tabi ki. Yoksa güzel hanımefendilerin çılgın kıyafetleri ile servis yapmasının konu ile alakası yok. Her Hooters’a gidişimizde acaba İstanbul’da aynısı açılsa kaç günde kapısına mühür vurulur diye düşünmekten alamıyorum kendimi.

20130721-140415.jpg

Casino

20130721-140422.jpg

Guinness World Records Museum

20130721-140429.jpg

MGM

20130721-140436.jpg

Dracula

20130721-140444.jpg

Ripley’s believe it or not Museum

20130721-140457.jpg

Burasi neresi bilmiyorum

20130721-140503.jpg

Lunapark vari bir yer

20130721-140511.jpg

Niagara Eye

20130721-140521.jpg

MGM

20130721-140531.jpg

Frankenstein

20130721-140541.jpg

Why so serious?

20130721-140552.jpg

Ben kalp Britney

 

Hooters’da aşık olduktan sonra hesabı ödeyip çıktım. Vanilla Sky filminde Tom Cruise’un uyanmadan önce Penelopeciğime dediği gibi ” İkimizinde kedi olduğu başka bir hayatta görüşmek üzere” dedim ve bir sigara yaktım. Aşık olduğumu unutup, geri dönemeden bir kaç yer daha görmek üzere aşağıya doğru devam ettik.

Toparlamak gerekirse; Niagara imkanı olan herkesin gidip görmesi gereken bir yer. Ama günü birlik bir tur yerine bir kaç gece kalınırsa hiç sıkılmadan keyifli vakit geçirmek mümkün. Gelinirse Maid of the Mist yapılmalı. Vaktiniz kalırsa korku tünelleri ve oyun salonları denenmeli. Hooters’a gidip bir şeyler yenmeli ve bebeğim Britney’e en içten selamlarım söylenmeli.

24 Temmuz’da Washington D.C. ye geçeceğiz. Geçen sefer tamamlayamadığım Amerika yazımı da belki oradayken tamamlarım.

Kapanışı da yolculuğumuzu kazasız belasız gerçekleştiren bayan otobüs şöförümüz Nancy’e adıyorum. Bu da onun ufak canavarı. Sayonara…

20130721-141806.jpg

Coach

 

 

 

1 Comment

  • Benim olm abin :) 21 Temmuz 2013 - 23:16 Reply

    Hay eline saglik. Gitmis kadar oldum walla…

  • Leave a reply

    This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

    %d blogcu bunu beğendi: