Kisa bir tatilden geriye kalan

0 Posted by - 21 Ekim 2018 - Ana Sayfa, Genel

Buraya bir seyler yazma surecim su sekilde isliyor; Once bir fikri zihnimin icine alarak onu ekiyor, daha sonra bazen gunlerce, bazen de aylarca orda birakiyorum. Kimi zaman hicbir sey olmadan zihnimin ayazlarinda unutulup gidiyor. Bazen de burada satirlara dokulerek meyvesini veriyor ve posasini da atarak sureci tamamliyor. En basindan beri burada yaptigimin bir gunluk oldugunu tekrarliyorum. Belki bunun sebebi cok iyi bir ‘yazar’ olmayisimin ustunu ortmek belki de sadece bilgilendirmek. Tam emin degilim…

Aslinda bu yazi ya da konu gecen ay Turkiye’ye gitmeden once kafamda olusmaya basladi. Belki biraz daha geri gidersek Mehmet Dogan‘in birbirinden degerli Medium yazilarinin icerisinde beni en cok sarsani olan “Yurt disinda yasamak uzerine… Bile bile lades!“i okuduktan sonra sekillenmeye basladi da diyebilirim.

“Birlikte büyüdüğün insanlar da büyüdü artık. Sensiz yüzlerce, binlerce anıyı, hatırayı yaşadı. Ev değiştirdi. Evlendi. Çocuk sahibi oldu. Kariyer değiştirdi. Farklı insanlar haline geldi… senin gibi.” diyor Mehmet Dogan bu leziz yazisinda. Ve ben bunlari okuduktan sonra, bir bucuk yilin ardindan memlekete geri dondugumde neler ile karsilasacagimi, geride biraktigim insanlarin simdiki hallerinin nasil olacaklarini dusunmeye basladim ya da ben onlara nasil gozukecektim… Hatta bu konuyu esim ile de uzun uzun konustum. Son 10 yilinin buyuk bir kismini Kanada disinda geciren biri, benim icine dustugum bu sorunun cevabina sahip olabilirdi. Aile ici konusmalari buraya tasimanin bir alemi yok, en azindan su an icin…

Sadece yurtdisinda yasamanin insani gelistirmedigini, dogdugunuz topraklardan ayrilir ayrilmaz size bir aydinlanma gelmedigini ve hatta baska bir ulkenin vatandasligini dahi almanin hic bir anlam ifade etmedigini tecrube edeli cok olmuyor. Anlam ifade eden tek seyin, yeni bir toplumun bir ferdi olmaya calismak ve bunu yaparken de sizin icinde yetistirildiginiz ve o ulkenin dinamikleri ile sekillenen kendinizi, yeni bir ‘sey’ olmaya zorlamaniz oldugunu dusunuyorum. Yoksa X ulkesinde bir Y olarak hayatiniza devam edersiniz ve buyuk ihtimalle de bir diasporanin icerisinde kendinizi bulursunuz. En sonunda da “Bogaz olmadan yapamadim kanka” der, asla bogazi goremeyen mahallenizde hayatiniza devam edersiniz.

“Dusunmenin, insan olmanin ifade edilebilecegi en onemli sey, bize ogretilegelen her seyi yikabilme gucudur. Bize ogretilen hicbir sey dogru degildir. Cunku bizim degildir. Bize empoze edilmistir.” der Ducane Cundioglu. Son zamanlarda kendisinin konusmalarini dinleyerek bos vakitlerimi dolduruyorum. Bazen hassiktir diyor, bazen de yillardir dusunmedigim seylerin agirligi altinda ezilip kaliyorum. Peki hocanin bu sozunu “yapici yikim” altinda toplayabilir miyiz? Kendi gelisimimizi tamamlamak adina sahip oldugumuz seyleri yakip, yikabilir miyiz? Sanirim bu soruya cevabim evet olacak.

4 yil once Istanbul’dan ayrilmadan cok kisa bir sure evvel, kendimi bir dongunun icerisine sikisip kalmis gibi hissediyordum. Baska bir hayatin varolduguna dair cok derin bir inanca sahiptim ama bir yandan da dongumden ayrilmak istemiyordum. Cok muhtesem arkadasliklarim var, sahane vakit geciriyorum diye kendimi teselli ediyor, her gunu, bir baska gune bu fikirlerle bagliyordum. Celladina asik olmus bir mahkumdum. Stockholm sendromu belki bu surece tam oturmaz, o sebeple ben Istanbul sendromunun icerisindeysim. Daha fazlasini istememem ogretilmis, sukretmenin anlami ozunden saptirilarak bana ‘kir kicini otur’ seklinde ogretilmisti. Uzun lafi kisasi, bir yolunu bulup daha fazlasini istedim. 36 yillik hayatimda verdigim en dogru karardi.

Bu kisa sayilabilecek hayatimda iki adet kisisel aydinlanma yasadim diyebilirim. Ilki askerdeyken gerceklesti. Sahip oldugum her seyden uzak, tecrit edilmis gibi bir hayat surerken, geride biraktigim hayatima kus bakisi bir goz atma firsatim oldu. Derin bir utanc duydum. Yillarimi sacma sapan seyler ile harcadigimi farkettim ve degismeye karar verdim. Ve degistim. Az ya da cok, ama degistim. Ikincisi de buralara geldikten sonra oldu.

Bana gore insanin en buyuk yetenegi, kendini boktan durumlardayken, yarinlarin daha iyi olacagi konusunda kandirabilmesi. Bir yandan da, bunu gercekten yapabilecek kudrette olmasi ama genelde bu cok nadir oluyor. Kendi kendisine asiladigi umutla hayata tutunuyor, bir sure sonra icinde bulundugu boktan duruma uyum sagliyor ve o durum artik kendisine eskisi kadar boktan gelmiyor.

Iste benim zamaninda sahip oldugumdan gurur duydugum seyler aslinda benim icerisinden cikmayi beceremedigim olaylara uyum saglama seklimdi. Burda demek istedigim sahip oldugum seylerin boktan olmasi degil. Gercekten guzel seylere de sahiptim. Boktanlari da vardi elbet. Hala da var. Demek istedigim her zaman daha iyileri bir yerlerde var. 15 yil once bana gerekli olan bir sey, 15 yil sonra sadece aliskanlik oluyor. Vitamini icin yediginiz bir portakalin kabuklarini ve posasini yillarca yaninizda tasimazsiniz. Tipki balonlarin yukselmeleri icin uzerindeki agirliklari atmalari gibi, gun gelir sizin gelisiminiz icin fayda saglamis ama artik size yukten baska hic bir etkisi olmayan seylerden kurtulmaniz gerekir.

“Bir zaman kabullendiğin bir çok şey sana garip gelmeye başlıyor.”

Mehmet Dogan’in dedigi gibi artik bazi seyler sacma geliyor. Ve gelmesi de gerekiyor. Aksi takdirde 15 yil onceki gibi biri olarak kalir ve bu kisacik ve de sadece bir tane olan hayatimizi bir noktada harcariz.

Istanbul tatilimde farkettigim ve ben farketmeden once Mehmet Dogan’in da dedigi gibi, benim orada biraktigim hayatin artik devam edebilmesi icin benim varligima ihtiyaci yok. 4 yil once bir parcasi oldugum sistemin bensiz de devam edebilmesi, aslinda benim de burda anlatmaya calistigim seyin bir diger kaniti. Sadece o dongu eksilen bir seyin yokluguna ragmen islemine devam ederken, ben kisisel gelisim ugruna bazen bir seylerden vazgecilmesini savunuyorum.

Ve bunu derken asla sahip olunan hatiralarin yok edilmesini, sizi siz yapmaya vesile olmus kisilerin silinip atilmasini savunmuyorum. Sadece yolumuza devam etmeliyiz demek istiyorum.

Bu Istanbul tatilinde abimin en eski arkadasi ile bir ogle yemegi yedik. Dile kolay, 35 yillik bir arkadaslik. Inisleri cikislari, uzun aralari ile belki agir aksak ama ilk gunku gibi sevecen devam eden bir arkadaslik. Ogle yemeginin ardindan kahvelerimizi icerken konu babamin vefatina, dolayisiyla vefat sekline ve de intihar edisine geldi. Burcin konudan bir haberdi ve babami da tanidigi icin konuyu dinlerken nasil icsellestiridigine bilakis tanik oldum. En az bizim kadar uzuldu. Bir sigara daha yakti. Hesabi istedi ve kalktik. Ben biraz arkalarindan yururken o kadar naif bir sahneye tanik oldum ki, gelmeden once aradigim cevabi garip bir sekilde hayat bana veriyordu. 40 yasin uzerindeki bu iki adam, aralarindaki 35 yillik baglanti ile o ilk tanistiklari yillara gitti. Ilkokul caglarindaki cocuklarin yururken birbirlerinin omuzalarina attiklari elleri ile sarilarak yurumelerinin aynisi bir sekilde yururlerken, kasvetli hikayeye uzulen Burcin, buna daha da uzuldugunu bildigi o kadim dostunun sakagina sicacik bir opucuk kondurdu. Kelimeleri kullamadan, yarinin ne getirecegini bilmeden ve de umursamadan, plan yapmadan, politik davranmadan, babasini garip bir sekilde kaybetmis arkadasina ‘buradayim’ dedi.

Iste birbirlerinin hayatinda artik eskisi kadar olamayan ama birbirlerinin uzerinde etkileri bulunan ve de bunun farkinda olan iki arkadas bana Istanbul’a gelmeden kafama takilan sorunun cevabini, belki de onlarin bile farkinda olmadigi bir sekilde verdi.

Geride biraktigim arkadaslarimin eskisi gibi olmalarini artik beklemiyorum. Tipki onlarin da artik eski Selcuk’u beklememeleri gerektigi gibi. Belki eskisi kadar konusmayacagiz. Belki bir cocugum olmadigi icin onlarin gunluk sikintilarini anlayamacagim. Belki zaman artik yakin arkadastan, arkadas kismina gecme zamani. Tam emin degilim. Ama tum bunlar aramizdaki sevginin bir zamanlar ne denli guzel ve ozel oldugunu degistirmeyecek. Eskisi kadar konusmasak da, bir gun bir yerde bir araya gelecek ve tipki abim ve Burcin gibi birbirimize sarilacak ve uzun zaman once acildigini bile bilmedigimiz yaralarimizi hic konusmadan sarmayi deneyecegiz.

Son cumleyi de, Mehmet Dogan’in yazisindaki son cumle ile yapayim; “Eski senin, yeni sen yapmak için verdiği kararın ne kadar iyi bir karar olduğunu, yeniden kendine hatırlatıyorsun…. Kaybettiğin, özlediğin o kadar şey varken… buharlaşıp, uçup, kaybolduğun o kadar anı varken… üzülmüyorsun… en azından kendine. Küçük bir burukluk içinde, gülümsüyorsun! Bile bile lades dedigin için, bir daha dönmeyeceğini bile bile!”

Sayonara!

 

No comments

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: