Ken Robinson ile Öz’e Yolculuk

4 Posted by - 11 Ocak 2014 - Ana Sayfa, Kitap

sir_ken_robinson_photo

 

Sanırım bir TED videosunda adını öğrendiğim, daha sonra bir kaç Youtube videosuna denk geldiğim bir zat-ı muhterem olan Sir Ken Robinson’un bir hafta önce bitirdiğim kitabı “Öz” bu aralar karışık olan kafamı daha da karıştırdı.

2013 yılı için kapanış yazısını hala daha yazamadım ama 2014 yılında bu blogu daha aktif kullanmaya çalışacağımı daha önceki yazılardan birinde belirtmiştim.

Ken Robinson hakkında bilgiye malum internet yolu ile ulaşabilirsiniz. Ama kısa bir özet geçmek gerekirse kendisi 4 Mart 1950 Liverpool doğumlu bir yazar, konuşmacı ve eğitim danışmanı-gurusu. Öz adlı kitabında ise çoğumuzun doğduğu ya da daha doğrusu aklımızın erdiği zamandan, ölüp gideceğimiz zamana kadar aklımızı kurcalayıp, bize hata ya da büyük başarılar yapmamıza olanak sağlayan “mutluluk arayışı” hakkında örnekler ve fikirler sunuyor. Ken Robinson benim “mutluluk arayışı” dediğim şeye “The Element” yani Türkçe’ye çevrilmiş hali ile “Öz” diyor.

Kitabın daha başlarında İngiliz dansçı, balerin ve aktris Gillian Lynee’ın “Düşünmek için hareket etmeye ihtiyaç duyan insanlar.” sözü ile sizi düşünmeye sevk edeceğinin sinyallerini veriyor.

Bir süredir kafamın her konuda karışık olduğunu kabul etmeliyim. Orta yaş bunalımı olabilir, biraz geç olgunlaşmaya başlamış olabilirim. Ama aradığım şey bana ne olduğuna dair bir sebep değil. Aradığım şey Ken Robinson’un da kitabında anlatmaya çalıştığı “Öz” aslında.

Sir Robinson kitabında bir çok örnekten bahsediyor. Paul McCartney, Simpsonlar’ın yaratıcısı Matt Groening, Meg Ryan, Bob Dylan, Paulo Coelho, Zaha Hadid, Monica Seles gibi dünyaca ünlü kişilerin kendi özlerini bulmalarını, bulundukları yerlere nasıl geldiklerini, kendilerinin ağızlarından bize aktarıyor.

1950 doğumlu olan Ken Robinson, Teknolojinin Rock and Roll’dan beri kuşak çatışmalarına yol açan en büyük etken diye bahsetmesi, tam da şu an içinde bulunduğumuz dönemi anlatıyor. Ben bu yazıyı yazarken Milletin Meclisindeki, Milletin seçtiği vekiller kavga ederken diğer Milletvekilleri “yurttaş gazetecilik” gibi bu kavgayı telefon ve tabletleri ile kayıt edip, Youtube gibi servislere sunuyor.

Ken Robinson kitabın başlarında duyularımızı ne kadar kullandığımızı, hatta onları tam olarak mı tanımladığımızı  sorguluyor. Bilinen beş duyu organımıza ek olarak başka duyu organlarımızın olduğundan bahsediyor. Bildiğimiz duyu organlarımızın hepsi “mevcut” bir organa bağlı durumda. Fakat Gana’da yaşayan Anlo Ewe halkına göre bir de denge duyusu mevcut ki bunun da orta kulak içerisindeki denge merkezi ile bağlantılı olabileceğini söylüyor. Hatta Tıp dünyasında artık yaygın bilinen beş duyu organına ek olarak; Isı duygusu, Acı duygusu, Beden Pozisyonu duygusu ile Beden Hareket ve Konum duygusunun varlığından bahsediyor.

“Bir şeyi dünyadaki en aşikar şey olarak görmeye başladığımızda, bunu anlamak için sarf edeceğimiz tüm çabayı bir kenara iteriz.” lafının sahibi Bertolt Brecht’in lafı ile bilinenler ile kısıtlı kalınmamasının, arayışın her zaman devam etmesinin insanın varoluşundan beri peşinden gelen en büyük özelliği olduğunu hatırlatıyor.

İnsanların Öz’lerini bulamamalarının en önemli nedenini, zekanın tanımını sorgulamadan kabullenmemizde saklı olduğunu dile getiriyor Sir Robinson. IQ testinin aslında Fransa’da bulunan özel eğitime ihtiyaç duyan çocukları tespit etmek için bulunduğunu, bu testin zeka seviyesini ölçemeyeceğini, testi yaratan kişilerden olan Alfred Binet’in kendi sözleri ile anlatıyor. “Çünkü zihinsel özellikler birbirleriyle çakışmaz ve düz bir yüzeyi ölçer gibi zeka ölçmek mümkün değildir.” diyor Binet.

Mutluluğun zekaya bağlı olmadığını yaptığı konferanslardaki katılımcılara ne kadar zekisiniz diye sorarak test eden Robinson, asıl sorunun “ne tür bir zekaya sahipsiniz?” olduğunu anlatıyor. Tarihimiz bu sorunun cevabı olarak gösterilebilecek onlarca örnekle dolu. Matematikten başarısız diye okuldan atılması gündeme gelen bilim adamları ya da yazarlardan uzun uzun bahsetmeye gerek yok.

Sir Robinson, “Eğer dünyaya bakışınız çeşitlilik içermezse, gerçek kişiliğinizi de bulmanız bir o kadar zorlaşır.” diyor. Yeni fikirlere açık görüşlü olmamak, naif olmayı sosyalleşmek için bir anahtar kelime olarak kabul etmemek ve sürekli olarak yeni bir şeyler öğrenmenin önüne engeller koymamızın, toplumun bize verdiği rollerden birini seçeceğimizi ve hiç bir zaman gerçek kişiliğimize ulaşamayacağımızı anlatıyor.

Mutlu insanların, en sevdikleri işin ne olduğunu ve bu işi yaparken hangi yeteneklerini kullanacaklarını keşfetmiş insanlar olduğundan, yani Özlerine kavuşmuş insanlar olduklarından bahsediyor. Kısacası Konfiçyus’un ünlü sözüne bir gönderme yapıyor: “Sevdiğiniz bir işte çalışırsanız, hayatınız boyunca tek bir gün bile çalışmamış sayılırsınız.” 

İyi ya da kötü bir şeyin olmadığını, düşününce insana öyle geldiğini Hamlet’ten alıntılar ile anlatırken, William James’ın “Neslimin en büyük buluşu, insanoğlunun hayatını zihinsel durumunu değiştirerek değiştirebileceği… Zihninizi değiştirebilirseniz, hayatınızı da değiştirebilirsiniz.” sözü ile daha da güçlü bir hale sokuyor.

İyi bir eğitimin, iyi bir öğretime bağlı olduğunu anlatan ünlü eğitimci, Gelişim Psikoloğu olan Judith Rich Harris’in “Bu dünya, çocukların büyüdükleri zaman nasıl insanlar olacağını belirliyor.” sözü üzerine aklınızı karıştırmaya, bir yönden de sizi kendi Özünüzü bulmak için teşvik etmeye devam ediyor.

Genel olarak Ken Robinson Öz adlı kitabında, bir eğitimci, dünyayı dolaşmış bir nevi seyyah ve araştırmacı bir yazar olarak bize şunlardan bahsediyor; İnsanın varoluşu ile birlikte bir arayış içine düştüğünü, bu arayışın doğru hedefe varmasında eğitim ve öğretimin çok büyük bir önem taşıdığını, insanların kendilerine biçilen rollere göre değil de, hayalleri ve tabi ki yeteneklerine göre hareket etmesi gerektiğini anlatıyor.

Tüm eğitimcilerin, öğrencilerin, kafasında soru işaretleri olanların, kısacası herkesin okuması gereken bir kitap Öz. Çok kolay bulunmasa da, internet üzerinden sipariş verebilmek mümkün.

Kapanışı kitapta en hoşuma giden Amatör tanımı bölümü ile yapıyor ve amatör kalmaya devam etmek için, Özümü aramaya devam ediyorum…

Sayonara!

Amatör sözcüğü aşık, sadık dost ya da bir hedef peşinde tutkuyla koşan kişi manasına gelen Latince “amator” sözcüğünden gelir. Dolayısıyla, amatör bir şeyi sevdiği için yapan kişidir. Amatörler yaptıkları işleri faturalarını ödemek için değil, tutkuyla bağlı oldukları için yaparlar. Diğer bir deyişle, amatörler meslekleri dışında Özlerini bulmuş kişilerdir…

No comments

Leave a reply

This site uses Akismet to reduce spam. Learn how your comment data is processed.

%d blogcu bunu beğendi: