Ankara’dan Abin Geldi

0 Posted by - 28 Mart 2013 - Ana Sayfa, Genel, Gez - Gör - Ye

Grup Gündoğarken‘in o meşhur şarkısını severim. Sanırım Ankara‘ya dair sevdiğim tek şeyde o şarkı. Baştan söylemekte fayda var; Ankara’yı sevmiyorum. Belki kendisini sevecek kadar uzun kalmadım, belki de daha en başından sevmemek üzere gittim. Çokta önemli değil.

Ankara’ya ilk gidişim 4 ay önce iş sebebiyle olmuştu. İstanbul’dan Ankara’ya günübirlik bir seyahat insana yorgunluktan başka hiçbir şey katmıyor. Hele bir de aracı kullanan kişi sizseniz. Bir gün önce yine bir iş seyahati sebebiyle (öyle çok iş seyahati yapan biri de değilim) tekrardan Ankara’ya doğru yola çıktık. Yine karayolu üzerinden ve bu sefer tam 4 kişilik bir ekiple. Aslında bu sefer kendisini sevmek için bir kaç sebep bulup dönmeye de hazırdım. Yine bulamadım!
Yolculuğa çıkmadan önceki gece saat 02:30 a kadar bir kaç arkadaşımla hoş bir muhabbete giriştik. Muhabbetimize de aşağıdaki iki beyefendi eşlik ettiler.

20130328-065639.jpg

Saat 04:30 gibi çalan telefon ile Ankara yolculuğu resmen başlamış oldu. Arabayı kullanan iş arkadaşım sanırım Türkiye’nin CERN’den “paramızın karşılığını alamayız aga” diye çıkmasına sinirlenmiş olacak ki, arabayı çarpışmayan tüm parçacıklara inat ışık hızının iki tık altında kullandı. Ara arada Türk karayollarında kullanılan radar sistemleri üzerine derin bilgilerini bizimle paylaştı. Zaten ben normal insanların daha yataklarını bile terk etmedikleri saatlerde hep radarlar üstüne düşünürdüm. Allah razı olsun…
Gerede yakınlarında kahvaltı yapmak amacıyla bir dinlenme tesisinde durduk. Aslında daha girer girmez bize geçireceklerini anlamıştım. Dinlenme tesisinde açık büfe kahvaltı ne demekse, çölde de vaha o demekti. Peynir, zeytin ve haşlanmış yumurtadan oluşan açık büfe kahvaltıya kişi başı 20 tl ödeyince, aklıma yok olan yağmur ormanları geldi. Türk turizminin ve hatta Türk işletme sahiplerinin en sevdikleri şey; sahip oldukları işletmeye bir gelenin bir daha gelmemesini sağlamak. Aslında bu başlı başına oturulup konuşulması gereken bir konu. Neyse…
Ankara’ya girer girmez dikkatinizi çeken şey alabildiğine bir düzlük üzerine yapılmış yamuk yumuk apartmanlar. Ankara dev bir inşaat alanı! Kentin kendine ait bir mimarisi olmaması bir kenara, makyajını nasıl yapmaya karar verememiş bir kadına daha çok benzemesi insanın tüylerini ürpertiyor. Biz Kızılay’a doğru yol aldıkça, apartmanlar sanki daha çok yaklaştı birbirlerine. Her camın altında, üstünde ve hatta çatısında sallanan kocaman ve zevksiz reklam panolarına anlam vermek çok zor. Kentin kendine ait bir mimari dokusu olmadığını az önce söyledim ama bu sıkıntıyı değişik yapılar yaparak yok etmeye çalışan insanlar var. Aşağıdaki üç fotoğrafta bu garip yapılara tanık olacaksınız. İlk fotoğraf Ankara aşığı bir facebook grubundan, ikincisini ve üçüncüsünü ise ben çekmeye çalıştım.

20130328-071114.jpg

20130328-071409.jpg

20130328-071525.jpg
Onlarca genel müdürlük, kilometrelerce askeri alan ve sizi her daim izlemeye karar vermiş bir belediye başkanının kameralar ile döşediği yolları aşıp hedefimize vardık. Ankara’nın insanları da bir garip. O derin bozkır iklimi insanların yüzlerinden gülümsemeyi de almış. O gri Ankara’nın insanları da soluk ve soğuk.
İşimizi kısa bir rötara rağmen mantıklı bir saatte bitirip, Anıtkabir‘i ziyaret etme fırsatını yakaladık. Ankara’ya ilk gelişimde işlerin anlamsız uzamasından dolayı burayı ziyarete gidememiştim. Anıtkabir’in bir protokol, bir de normal girişi bulunmakta. Normal girişten arabanız ile girip bir hayli yakındaki otoparka bırakabiliyorsunuz. İstanbul ve çevresinde çok olmamakla beraber bir kaç müze gezmişliğim var. Hakkını vermek gerek, Anıtkabir içlerinde gezdiğim açık ara en iyisi. Fakat müze kısmının içerisinde fotoğraf çekilmemesine anlam veremiyorum. İçinde bulunduğumuz bu tekno-paylaşım çağında o müzeden kendine “yasal” bir anı çıkaramıyorsun. Ben dayanamayıp bir-iki tane gizli fotoğraf çektim ne yalan söyleyeyim. Naçizane fikrim içeride fotoğraf çekmek serbest olsa ziyaretçi sayısının bir hayli artacağı yönde. Anıtkabir ile ilgili diğer olumsuz düşüncem ise; hediyelik kısmının her Türk müzesi ve tarihi yerlerinde olduğu gibi vasatın da altında olması. Ben kaliteli ve gerçekten Anıtkabir’e layık bir anı eşyası bulamadım ne yazık ki. Kısacası Ankara’nın en sevdiğim yeri Anıtkabir oldu. Tabi burada bir de ikileme kapılıyor insan. Koskoca Ankara’da gelip bir anıt mezarı sevmek belki de Ankarayı sevemememe nedendi.
Toparlamak gerekirse; Anıtkabir gidilip görülmesi gereken bir yer. Bu kadar geç gittiğim için kendime kızdım. Anı defterine anlık duygularınızı yazmak gerçekten hoş. Ankara karayolu ile aynı gün gidip dönülecek bir yer değil. Ya uçak kullanın ya da bir gece yatın. Belki geceleri gündüzlerinden daha keyiflidir. Ankara kasvetli havasına layık, benim için sıkıcı sayılacak bir yer olarak zihnimdeki yerini sabitledi.
Yarın iş dolayısıyla (gerçekten az iş seyahatine çıkıyorum)Washington D.C. ye gidiyorum. Yine bir başkent, yine anıt mezarlar. Bakalım iki şehir arasında ne kadar fark yakalayacağız. Washington D.C. hakkında bir şeyler yazana kadar sizi aşağıdaki fotoğraflar ile başbaşa bırakıyorum. Sayonara…

20130328-072153.jpg

20130328-072216.jpg

20130328-072228.jpg

20130328-072240.jpg

20130328-072253.jpg

20130328-072300.jpg

20130328-072309.jpg

No comments

Leave a reply

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.